29 Aralık 2010 Çarşamba

Diyarbakır hakkında ne düşünüyorsunuz?

(Bu yazı 29.12.2010 tarihli Zaman gazetesinden alınmıştır.) Dicle Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Merkezi'nin (DÜSAMER), dışarıdan gelenlerin Diyarbakır hakkındaki algılarını ve güvenliğe ilişkin kaygılarını belirlemeyi amaçlayan araştırmasından çarpıcı sonuçlar çıktı.
Ankete katılanların yüzde 51'i, Diyarbakır hakkında olumsuz bir kanıya sahip olduğunu belirtti. Şehre ilk kez gelenler, 'güvenli olmayan bir yer, geri kalmış, feodal yapının hâkim olduğu yer ve etnik duyguları güçlü olduğu bölge' gibi yargılara sahip olduklarını belirtti. Ancak Diyarbakır'ı ziyaret ettikten sonra bu kanaat değişiyor. Dışarıdan gelenlerin yüzde 71'i ziyaretin ardından ön yargılarının kırıldığını vurguladı.
Araştırmada yöneltilen bazı sorular ve alınan cevaplar şöyle:
Araştırmaya katılanların Diyarbakır'a gelmeden önce Diyarbakır hakkındaki algısının oluşmasında etkili olan en önemli kaynağa göre dağılımı: %
Medya haberleri 68,94
TV dizileri 1,7
Çevremde yaşayan Diyarbakırlılar 22,86
Diğer 6,48
Toplam 293 100,0
Diyarbakır'a geldikten sonra araştırmaya katılanların algılarında meydana gelen değişmeye göre dağılım: %
Olumlu 71,0
Olumsuz 3,8
Hiç değişmedi 25,3
Toplam 100,0
Tekrar Diyarbakır'a gelmek istemelerine göre dağılımı (İmkanınız olsa Diyarbakır'a tekrar gelmek ister misiniz?): %
Evet 80,2
Kararsızım 9,9
Hayır 9,9
Total 100,0

4 Aralık 2010 Cumartesi

Diyarbakır'da Alışveriş II

 Bugün hava sıcaklığının da iyi olmasından yararlanarak en sevdiğim alışveriş mekanına gittim. Diyarbakır’da ÇARŞI dediğimiz eski alışveriş bölgesi. Sabah önce tarihi Hasanpaşa hanındaki Kahvaltıcı Kadri’ye gittik. Şu resimde gördüğünüz yerde kahvaltı etmek çok güzel gerçekten. Eskiden burası Han olarak kullanılırmış. Ben hep avludaki atları hayal ediyorum. En az 1500 kalorilik bir kahvaltıdan (4 çeşit peynir, ballı-fındıklı tereyağı, meyve, kavurmalı yumurta, iki-üç çeşit zeytin, közlenmiş biber etc. ) sonra aldığımız kalorileri yakmak için dolaşmaya başladık. İlk önce hemen alt katta bulunan Ensar Kitabevi'ni gezdik. Birkaç kitap almadan çıkamadık yine.


Yakınlarda bulunan ünlü aktar Kör Yusuf’tan bazı baharatlar aldıktan sonra yavaş yavaş Balıkçılarbaşı’na doğru yürümeye başladık. O ne renkli dükkânlar öyle. Hiçbir AVM bunların yerini tutamaz. Buralara ilk kez geliyorsanız tarihi Kuyumcular Çarşısı'na mutlaka uğrayın bence.

Diyarbakır Kuyumcular Çarşısı

Biz önce Vakıflar Hanı'ndaki kumaşçılara bir göz attık. Sonra da buralarda en sevdiğim alışveriş alanı olan Aşefçiler Çarşısı'na gittik. Biraz internette araştırma yaptım. Aşefçi, kadın bahçıvan demekmiş. Bu konudaki bilgileri buradan alabilirsiniz. Eskiden galiba yiyecek satılırmış ama bugün modern ifadeyle Ev Dekorasyonu konusunda aradığınız birçok şeyi iyi bir fiyata alabileceğiniz bir yer burası. Bu çarşıya gidip de bir şey almadan çıkan bir kadın olabileceğini hiç sanmıyorum. Ankara’daki Samanpazarı bana burayı hatırlatmıştı. Tabii ben 15 yıl önce gittim oraya. Hala aynı mı bilmem. Burası ben bildim bileli böyle. Kumaşlar, çeşit çeşit boncuklu, işlemeli salon takımları (30-60 TL) banyo için gereken her türlü aksesuar, mutfak malzemeleri ve daha neler. Sonra da çocukların sızlanmalarına dayanamayıp Japon Pasajı’nda turumuzu bitirdik. Buradan da bir sehpa takımı almadan çıkamadım ben (20 TL). Ekonomiye katkımız olsun değil mi?

31.01.2016 (Güncelleme)
5 yıl kadar önce yazdığım bu yazıyı demin tekrar okudum. İnsan kendi yazısını okurken ağlar mı? Ben ağlıyorum işte. Yukarıda yazdığım yerlerin bulunduğu Sur içinden günlerdir gelen bomba ve silah sesleri sebep buna. Zaten bazen görünen hiçbir şey yokken de bir ağlama alıyor beni. Bu tarihi şehir, onca medeniyetin gelip geçtiği Diyarbakır bunları hak etmemişti.

31 Ekim 2010 Pazar

Diyarbakır ve Trafik

İnanın son günlerde bu şehri artık tanıyamıyorum. Eskiden bir yerden diğerine gitmek için hiç bu kadar zaman harcamazdım. Şimdi ise yeşil ışığın yanması için trafikte 20 dakika beklediğim çok oluyor. Bu şehir ne zaman bu kadar büyüdü? Ne zaman her taraf arabayla doldu? Yoksa burası İstanbul da benim mi haberim yok? Ne olacak bu memleketin hali? (Not: Bu kadar da abartmayalım. Keşke tek sorunumuz trafik olsa.)

21 Ekim 2010 Perşembe

Diyarbakır Gezi - Ten Arched Bridge - On gözlü köprü

Dicle Nehrini yakından görmek isterseniz 11. yüzyılda yapılan ünlü On Gözlü Köprü sizin için iyi bir durak olacaktır.
If you want to enjoy a fine view of the Tigris flowing under, you should visit the 11th-century Ten Arched Bridge.





Ten Arched Bridge - Diyarbakır

Saint Georges Church - Saint Georges Kilisesi- Diyarbakır Gezi


Kırkdamaltı Kilisesi olarak da bilinen Saint Georges Kilisesi 3.yüzyılda yaptırılmıştır. 1283-1295 yılları arasında dekore edilmiştir. Birapsisli bazilikal planlı olan kilisede bulunan fresklerde, incilin hikâye ettiği tüm konular ile Selçuklu Sultanı II. Mesud’un resmi tasvir edilmiştir. Giriş bölümünü oluşturan mekan kayanın bir bölümünün kopması sonucu tahrip olmuştur. Yapının restorasyonu devam etmektedir.

Saint Georges Church was founded in the 3rd century. It was decorated between 1283-1295. In the frescos, it is possible to see the stories in the Bible and the picture of the Seljukian sultan Mesud II. The church is now being restored.





Saint Georges Church - Diyarbakır






Saint Georges Church - Diyarbakır

Syrian Orthodox Virgin Mary Church - Süryani Ortodoks Meryemana Kilisesi - Diyarbakır Gezi

Ortodoks Süryanilere ait bir kilisedir. 3. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen yapı, günümüze dek birkaç kez yanmış, yıkılmış, yenilenmiş, defalarca onarım geçirmiştir. Mardin'deki Deyr-ül Zafaran'dan gelen Patrik 2. Yakup, 1871 yılında ölene kadar burada yaşamış ve yapı o dönemde Patriklik Merkezi olarak hizmet vermiştir. Kilisede tuval üzerine yapılmış tarihi değeri bulunan 15 adet dini resim bulunmaktadır.

Virgin Mary Church church was founded in the 3rd century. By its literary works, decorated doors and other works of art, it is one of the most important Syrian churches in Diyarbakır. The church has a special meaning for the Syrian Community. Baptism of Saint Efrem in 303 AD and the promotion of Saint Yakup to the bishopric of Nusaybin in 309 AD increased its importance. In 1034, Virgin Mary Church hosted as Syrian Bishopric for specific periods. Until 1933, Diyarbakır stayed as the center of Syrian Archbishopry. There are 15 valuable canvas paintings in the church with religious themes.





Syrian Orthodox Virgin Mary Church- courtyard

Behram Paşa Mosque- Behram Paşa Camii - Diyarbakır Gezilecek yerler

Behram Paşa Mosque-Diyarbakır






Behram Paşa Mosque-Diyarbakır

   



Behram Paşa Mosque-Diyarbakır





Behram Paşa Mosque-Diyarbakır


Behram Paşa Mosque is one of the important historical mosques of Diyarbakır. It was built between 1564-72.

Behram Paşa Camii Diyarbakır’ın en önemli camileri arasında yer alır. 1564-72 yılları arasında Behram Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mimar Sinan'ın eseri olduğunu biliyor muydunuz peki?

17 Ekim 2010 Pazar

Visiting Diyarbakır

UIt is now very easy to fly to Diyarbakır from the big cities of Turkey. Many leading airlines offer flights to the city (Pegasus, Atlas jet, THY, Sun express). A relieving information is that you don't have to spend much time on air.

İstanbul-Diyarbakır 110 min.
Ankara-Diyarbakır 70 min.
İzmir-Diyarbakır 130 min.
Antalya-Diyarbakır 100 min.

I have to warn you. In summer, the city is extremely hot. You'd better not come here in July and August at all. In this period, people generally leave the city and find a cooler place.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Diyarbakır - Ulaşım

Diyarbakır'a nasıl gidilir? Diyarbakır aslında büyük şehirlere insanların tahmininden çok daha yakın bir şehirdir. Bunun nedeni ise son yıllarda birçok şehre direkt uçuş olanağı bulunması.
Birçok havayolu şirketinin (Pegasus, Atlas jet, THY, Sun express) Diyarbakır'a seferi var.
İstanbul-Diyarbakır 110 dk
Ankara-Diyarbakır 70 dk.
İzmir-Diyarbakır 130 dk
Antalya-Diyarbakır 100 dk

13 Ekim 2010 Çarşamba

Diyarbakır'da hava

Başlığa bakınca belki de mecazi olarak kullandığımı düşündünüz ama ben gerçekten Diyarbakır'ın havasından söz edeceğim. Başka bir şehre gitmeden önce ben önce internetten o şehrin havasını araştırırım. Ona göre kıyafet almak için. Belki Diyarbakır için böyle bir araştırma yapan olur diye bu konuda biraz bilgi vermek istedim.

Diyarbakır'da iki mevsim vardır. Yaz ve kış. Ama yaz mevsimi de kendi içinde normal yaz ve cehennem sıcağı dönemi olarak ikiye ayrılabilir belki. Temmuz ve Ağustos ayları cehennem sıcağı dönemine girer. Bu aylarda Diyarbakır'a zorunlu değilseniz gelmemenizi öneririm. Mayıs, Haziran ve Eylül ayları ise başka şehirlerin yaz ayları tanımına daha uygundur. Kış çok yavaş gelir burada. Belki de yazın sonunu o kadar hasretle beklediğimizden bize öyle geliyor. Mesela bugün 13 Ekim ama dışarıdaki insanların yarısı kısa kollu kıyafetlerle dolaşıyor. Bence bu şehrin en güzel ayı Ekim. Mayıs da güzel ama bazen yaz aylarını aratmayan bir sıcak da olabiliyor. Ayrıca beni daha Mayıs ayından yazı nasıl geçireceğim endişesi kapladığı için bu ayın tadına varamıyorum.

Diyarbakır'da otuzdan fazla yıl yaşamış biri olarak kışla ilgili şöyle bir gözlemim var. Kış mevsimi normalde az yağışlı geçer. Neden bilmem ama yağmur genelde geceleri yağar. Hava fazla soğuk değildir. Tabii ki Antalya gibi değil ama hemen her gün biraz güneş görürsünüz. Yılda bir ya da iki defa kar yağar. O da bir iki gün sonra yok olur. Fakat bu söylediklerim normal kışlar için geçerli. Yaklaşık dört yılda bir felaket bir kış geçiririz. Kar buz soğuk hepsi bir arada. Bazen bir ay karın yerde kaldığı olur. Şimdi düşününce böyle üç veya dört kış hatırlıyorum. Yani şansınız varsa ve böyle bir kışa denk gelmezseniz kış mevsimi gayet rahat geçer.

10 Ekim 2010 Pazar

Çocukluğumdaki Diyarbakır

Bugün biraz kendi çocukluğumdaki Diyarbakır’dan söz etmek istiyorum. Çocukluğum Dağkapı, Bağlar ve Ofis semtlerinde geçti. Bağlar gecekondu mahallesiydi. Ofis semti ise Diyarbakır’ın mutena (bu kelimeyi de hayatımda ilk kez kullanıyorum) bir semti sayıldığı için oraya taşındığımızda bayağı sevinmiştik. Bu semtin bugünkü halini görünce inanması çok güç ama sokağımızda hemen hemen hiç araba yoktu. Sakin, sessiz ve elit bir yerdi burası. Dört veya beş katlı apartmanlardan oluşurdu. Bu apartmanların çevresinde ufak da olsa çocukların oynayabileceği bahçeler vardı. Benim çocukluğumda burası daha İstanbul trafiğine sahip değildi. sonra ben bir ara üniversitede okumak için şehri terkettim. Bu arada ne mi oldu? Ofis’teki binaların bahçeleri artan arabalara otopark sağlamak için yola katıldı önce. Sonra apartmanların zemin katları bin bir dalavereyle dükkâna dönüştürüldü. Bazı binalar yıkıldı ve yerlerine sekiz dokuz katlı yeni binalar yapıldı. Bunlar yapılırken de etraftaki bahçelerden eser kalmadı. Ofis artık iş merkezi olduğu için zemin katlardan sonra sıra diğer katlara geldi. Bilgisayarcılar, sendikalar, kuaförler, güzellik salonları hatta güvenlik şirketleri derken eski sakinleri bu semti birer birer terk etmeye başladılar.
Ofis artık dev yer altı otoparklarında bile yer bulunmayan Beyoğlu benzeri bir yere dönüştü. Hele bir Sanat Sokağı var ki her çeşit insanı orada görmek mümkün.
Benim çocukluğumdan beri Diyarbakır üç ya da dört kat büyümüştür herhalde. İnsanlar her on yılda bir şehir içinde de göç ediyorlar. Bu daha ne kadar sürecek merak ediyorum doğrusu.  

18 Eylül 2010 Cumartesi

Diyarbakır yakın çevresinde gezilecek yerler

Doğunun kendine özgü mistik havasını hala hissedebileceğiniz yerlerden biri Diyarbakır. Sur içindeki bölgelerde gezdiğimde ben hep acaba iki, üç yüz yıl önce buralarda kimler gezerdi diye düşünürüm. Şalvarlı insanları, atları ve at arabalarını gözümün önüne getirmeye çalışırım. Çocukluğumdan hayal meyal hatırladığım faytonların yolları doldurduğunu düşünürüm. Buraya kadar gelirseniz Diyarbakır dışında bu bölgede görebileceğiniz çok ilginç yerler var. Bunların en önemlileri tabii ki Mardin ve Hasankeyf.

Mardin Diyarbakır'a 1 saat uzaklıkta. Bu şehre bundan on yıl önce ilk defa gittiğimde kendimi başka bir ülkeye gitmiş gibi hissetmiştim. Şehrin 3 km dışındaki Deyrü’zzafaran ( ya da Deyrulzafaran) Manastırı, bir tepenin üzerinde kurulu Mardin evleri, telkari sanatının örneklerini görebileceğiniz gümüşçüler, hepsi çok güzeldi.

Midyat'a kadar uzanırsanız bu kez Deyru’lumur (Mor Gabriyel) Manastırını ve tarihi evleri görme imkanınız olacaktır. Bu yapılardan birinin karşısında durup etraftaki modern çağın simgelerine gözlerinizi kapatırsanız kendinizi yüz yıllarca öncesinde hissedebilirsiniz.


Hasankeyf Diyarbakır arası 1,5 saat kadar. Buraya Batman'dan geçilerek gidiliyor. Hasankeyf'i anlatmaya gerek var mı bilmem. Zaten sağ olsun Tarkan yeterince reklamını yapıyor. Aslında burası küçük bir kasaba. Çok klişe bir söz ama buradaki birçok yer gibi yabancıların elinde olsa tüm dünyanın tanıyacağı bir yer. Aslında Mardin, Midyat ve Hasankeyf'i birlikte gezmek isterseniz Hasankeyf'ten sonra Batman'a dönmek yerine Gercüş üzerinden Midyat'a geçip (sanırım 40-50 dk kadar) oradan da Mardin'e gidebilirsiniz.



Eğil yeni yeni tanınmaya başlanan bir yer. Diyarbakır-Elazığ karayolundan 25 km kadar gittikten sonra Eğil yoluna sapıyorsunuz. 20-25 km daha gidin. Eğil ilçesi karşınızda. Burası niye mi ünlü. Eğil'e binlerce yıllık tarihinin kazandırdıkları Dicle Barajı'nı çevreleyen surları, kral mezarları, kümbetleri ve 8 peygamber mezarı. Yöre halkı buraya Peygamberler Diyarı da diyor. Asur Kalesi'nden Kral mezarlarına kadar görülmeye değer çok sayıda yere sahip Eğil doğa sporlarıyla da turistlerin ilgisini çekmeyi hedefliyor. Eğil hakkında daha ayrıntılı bilgiyi bu yazımda bulabilirsiniz.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Diyarbakır'da Eylül

Sonbahar bu şehirde insanların özlemle bekledikleri bir aydır. Aylar süren cehennem sıcakları nihayet biraz azalır. Uykuları bölünmeden uyumaya başlar sonbaharla birlikte insanlar burada. Eylül ayının ortalarına kadar da yaz bir gidecekmiş gibi yapar, bir kalmaya karar verdiğini hissettirir. Oyun oynar bizlerle. Bu yıl da böyle işte.

Bu gün 11 Eylül. Birçok özelliği var bu günün. Hem bir bayram günü. Hem çok önemli bir referandumdan önceki son gün. Hem de dünyanın sarsıldığı bir günün yıl dönümü. Televizyon, internet falan derken dünya koca bir köy gibi oldu. Binlerce kilometrelerce ötede olan olay birkaç dakika sonra bizi etkilemeye başlıyor. Eskiden mahalledeki Ayşe ablanın ne giydiğini konuşan kadınlar şimdi oyuncuların kıyafetlerini konuşuyor. Oysa yıllarca önce Ankara'da olanlar ancak bir hafta, on gün sonra duyulurmuş. Hiç unutmam yıllar önce bir köyde on gün geçirmiştim. O köyde ne televizyon yayını, ne telefon, ne gazete hiçbir şey yoktu. Hiçbir haber dinlemeden geçen on gün. Kimsenin beni orada bulmasına da imkan yoktu. Şimdi artık öyle bir ihtimal yok. Nereye gidersem gideyim insanlar bana cepten ulaşıp herşeyi anında bildiriyor. Kısaca biz burada herşeyi okuyor, görüyor ve yaşıyoruz. Ama dışarıdan Diyarbakır'a bakan insanlar buradakileri başka bir dünyada sanmaya devam ediyorlar.

22 Ağustos 2010 Pazar

Diyarbakır'da nerede oturulur?

İnsan bir şehre ilk gittiğinde semt adları onun için hiçbirşey ifade etmez. Ancak bir süre kaldıktan sonra her semt hakkında bir fikriniz olur. Diyelim ki Diyarbakır'a tayin oldunuz veya üniversite sınavında Diyarbakır'da bir fakülteyi kazandınız. Hangi semtte oturacaksınız? Aslında buralara hiç gelmemiş biriyseniz "Acaba mağaralarda mı yaşıyorlar, bir mağara ne kadara kiralanır?" diye de düşünebilirsiniz. İnanın böyle düşünenler var. Yıllar önce biri bana, "Sizin orada iki kattan yüksek bina var mı?" diye sormuştu. Şu anda da böyle düşünen varsa bir milyon insanın tek katlı toprak evlere sığmasının oldukça güç olduğunu hatırlatmak isterim. Buradan yüksek binaları çok sevdiğim anlaşılmasın lütfen. Yüksekte oturmayı insanın doğasına aykırı buluyorum aslında.

Bu yazımda Diyarbakır'ın bazı semtlerini anlatmaya çalışacağım. Diyarbakır'ın bildiğim kadarı ile en eski semtleri Dağkapı, Balıkçılar ve Melik Ahmet bölgeleridir. Bildiğiniz gibi Diyarbakır surlarla çevrilidir ya da en azından eskiden öyleydi. Sur içinde kalan kısım eski yerleşim bölgesi olduğu için bugün ticaret merkezi ve turistik bir bölge artık. Buralarda her adımda karşınıza tarihi surların bir bölümü çıkar. Eski avlulu evler de buralardadır. Bugün bazıları harap halde, bazıları ise yenilenerek restorana dönüştürülmüş durumda. Bu kısımlar eski alışveriş bölgeleri olduğu için iğneden ipliğe ne ararsanız biraz daha hesaplı fiyatlarla bulabilirsiniz. Ayrıca şehre turist olarak gelenlerin hediyelik eşyalar aldığı Japon Pasajı da bu kısımdadır (Balıkçılar). Bu pasaj eskiden kaçak malların satıldığı bir yerdi ama artık ithalat serbest olduğu için sanırım öyle bir özelliği kalmadı. Yine de özellikle bayanlar burada ev dekorasyonu ürünleri, örtü, ayna vs. türünde çok şey bulabilir.

Adını Toprak Mahsulleri Ofisinden alan Ofis semti bundan 10 yıl öncesine kadar Diyarbakır'ın en gözde yerleşim yeriydi. Bugün bu özelliğini yavaş yavaş yeni kurulan bölgelere kaptırmak üzere. Eğer öğrenciyseniz bu semtte oturmanız ulaşım açısından size kolaylık sağlayacaktır. Ayrıca şehrin lokanta, banka ve mağazalarının büyük kısmı burada bulunur. Tek dezavantajı kalabalık ve binaların da artık biraz eskimiş olması.

Ofis semti (Artık bu kadar sakin değil.)

Diyarbakır'da her gün yeni bir inşaatın başladığı Kayapınar bölgesi ise kat yüksekliği gittikçe daha da artan binalara ev sahipliği yapıyor. Burada, yeni yerleşim yerleri olan Diclekent ve Urfa yolu civarında yepyeni ve belki de gereğinden fazla büyük apartman dairelerinde veya dublekslerde oturabilirsiniz. Buralar şehrin yükselen bölgeleri. Özel okulların çoğu da bu bölgelerde bulunur. Son zamanların gözde muhiti 75 metrelik yol da siteleri ve ünlü kafe zincirlerinin şubeleri ile maddi durumu iyi olanların yeni gözdesi. Kayapınar bölgesini daha yakından izlemek isterseniz Selahaddin Eyyubi üniversitesi için çekilen bu reklam filmini izleyebilirsiniz.

Diclekent Bulvarı
Selahattin Eyyubi Bulvarı


75 m. yol

Bunların dışında Toplu Konut İdaresi tarafından yaptırılan iki yerleşim yeri öğrenci ve memurların tercih ettiği bölgeler. Yeşil alanların çok fazla olduğu Şilbe evleri üç etaptan oluşur. Bu bölgede 3 İlköğretim Okulu, 1 lise ve 1 Anadolu Lisesi bulunmaktadır. Diğer TOKİ evleri ise Üç Kuyular bölgesindedir. Burası yeni yapılan Eğitim ve Araştırma Hastanesine yakın ama şehrin diğer bölgelerine bayağı uzaktır.
TOKİ Şilbe konutları
Son olarak gelir düzeyi biraz daha düşük kesimin yaşadığı Şehitlik ve Bağlar semtleri var. Aslında ilginç bir şehir Diyarbakır. Bu açıdan İstanbul gibi biraz. Farklı semtleri gezerken insanlar arasında dev bir uçurum görüyorum çoğu zaman. Bir tarafta 200 metrekarelik lüks dairelerde, tripleks villalarda oturan, sitelerinin dışına ancak son model arabasıyla çıkan insanlar, diğer tarafta ise ekonomik durumu gerçekten çok kötü olanlar. Belki de çoğu şeyin sebebi bu farklılıktır kim bilir?

19 Ağustos 2010 Perşembe

Mevlüde Hoca ve Ziya Gökalp Lisesi

Bizim gençliğimizde okullar siyah, beyaz ve griydi. Önlükler siyah, binalar gri, duvarlar gri. Bunun nedenini merak ederim bazen. İnsanlar tümden bir depresyonda mıydı acaba? Sanmıyorum. Asıl neden fakirlikti belki de. Siyah da, gri de, sonraları eklenen lacivert de çok temizlik masrafı çıkarmayan, fakirliği örtsün diye seçilen renklerdi. Sonraları 90'larda birileri okulları pembeye boyamaya başlayana dek sürdü bu iç karartıcı atmosfer. Öğrencilerden beklenen ise bu renksiz ortamda daha da renksiz olmak, görünmemek, fazla konuşmamak, sadece söyleneni dinlemek ve yapmaktı. Belki de bu yüzden tüm zamanların en ilginç öğretmeni Mevlüde Hoca Diyarbakır'ın en büyük lisesinde 30 yıl kadar görev yapabilmişti. Hiçbir şeye itiraz edemezdik ki biz. Hoca her zaman haklıydı.

Mevlüde Hoca hala değil Diyarbakır'ın belki de Türkiye'nin en çok tanınan öğretmenlerinden biridir. Diyarbakır'ın en eski okullarından Ziya Gökalp Lisesi'nde tam olarak kaç yıl çalıştığı bilinmemekle birlikte rivayet muhteliftir. Kimse onun ilk olarak ne zaman göreve başladığını hatırlamıyor. 70'lerde olduğu sanılıyor. 2000'lerin ortalarına kadar da emekli olmamıştı. Ziya Gökalp'te bu tarihler arasında okuyan iki öğrenci bir araya geldiğinde laf dönüp dolaşıp ona gelir. Hatta çoğu zaman konuşma onunla başlar. Bir sınıf düşünün ki öğrencilerin hepsi heykel gibi hiç kıpırdamadan duruyor. Herhangi bir şekilde hocanın sinirini bozan olursa büyük ihtimalle hayatında duymadığı küfürlere maruz kalıyor. Kafanızı çevirdiğiniz veya saçınızdan bir tel alnınıza kahkül gibi düştüğü için sırtınıza yumruk yiyorsunuz. Diğer öğrenciler duruma içlerinden gülüyor (asla yüksek sesle değil) ama dersten sonra günlerce o dersten bahsediliyor. Facebook'ta Mevlüde Hoca'nın eski öğrencileri anılarını anlatmışlar. Onu tanımayan bir arkadaşım, "amma abartmışlar" dedi. Ama Mevlüde Hocayı tanıyan her öğrenci bilir ki az bile yazmışlar. Bu gördüğünüz resmi facebooktan buldum. Biraz kırptım. Resimdeki arkadaşlar kusura bakmasın.



Aslında bir okulun ve öğrencilerin bu duruma 30 küsur yıl katlanması çok ilginç. Ama itiraf edelim, ders sırasındaki stresli anları saymazsak aslında hayatımız boyunca belki de bizi en çok güldüren kişi Mevlüde Hoca olmuştur. Hiçbir öğrenci onu pek ciddiye almadığı için başka birisi söylese çok dokunacak bir laf, o söyleyince günlerce anlatılıp gülünülen bir fıkraya dönüşürdü, koridorda yanından geçmeye bile çekinirdik ama kimse de ona bir saygısızlık yapmazdı. İlginç bir yönü de onca sinirli (hatta resmen deli) hallerine rağmen bazen hiç ummadığınız bir şefkat örneği göstermesiydi. Bizim ailede babamı, amcamı ve beni okutan tek öğretmendir kendisi. Ah, Mevlüde Hocam, Allah uzun ömür versin, bugünkü öğrenciler olsa kesin derslerin You Tube'da izlenme rekorları kırardı.

Bu arada Mevlüde hoca ile ilgili yazdığım blog postu en çok okunan yazı oldu. Bu da öğrencilerinin onu hala ne kadar iyi hatırladığını gösteriyor olmalı. Ben de bir iki anımı ekleyeyim bari. İsimleri değiştirerek tabii.

Mevlüde hoca: Kız Ayşe, sen geçen gün bahçede niye uzaktan arkadaşlarınla bana bakıp gülüyordun? Kız ***** (yazamadığım güzel  bir küfür). Bana Haci Hasan'ın kızı derler. Kız vallah seni ayağımın altına bir alıram. Allah vekil Kenan Evren gelse elimden alamaz. (80'li yıllar)

Mevlüde hoca (Sınıfın çalışkan ama biraz ukala öğrencisine): Mehmet sen geçen sene üniversite sınavında dereceye giren Ali'nin kardeşi misin?
Mehmet (gururla): Evet hocam, abim olur kendisi.
Mevlüde hoca: Ma oglım, senin aben madem bele Türkiye birincisidir. Ya sen niye bu kadar geri zekalisan?

Facebook hikayeleri için tıklayın
Bu da yine facebook'tan 2014 model bir resim. Valla maaşallah ne diyeyim?

Bir yandan da Mevlüde Hoca'ya internetteki bu ilgi beni rahatsız etmiyor diyemem. Eski öğretmenlerimi, hele o zamanki hali bugünkü özel okullardan daha iyi olan Ali Emiri Ortaokulunda bizlere bir şeyler öğretmek için kendilerini paralayan, dersin başından sonuna kadar nasıl o kadar enerjik olduklarını o yaşta bile hep merak ettiğim Hasan Sakınç, Adnan Cebe, bir insanın karşılaşabileceği en iyi Fizik öğretmeni olan Sedat Balgün ve ne yazık ki isimlerini unuttuğum, bugünkü durumumu kendilerine borçlu olduğum tüm ortaokul ve lise öğretmenlerimi saygıyla anıyorum. Ne yazık ki işini iyi yapanlar yapmayanlar kadar iyi hatırlanmıyor.

80'li yıllarda Ali Emiri Ortaokulu ve Ziya Gökalp Lisesi'nde çalışan öğretmenlerimizden isimlerini hatırladıklarınızı yorumlarda belirtirseniz sevinirim. Onları da anmış oluruz böylece.

17 Ağustos 2010 Salı

Dicle Üniversitesi

Diyarbakır'ın tek üniversitesi durumunda olan bir eğitim kurumu Dicle Üniversitesi. Neredeyse her fakülte binasının yapımını tek tek hatırlıyorum. Bundan yıllarca önce 80'li yıllarda ilk defa görmüştüm Dicle Üniversitesi kampüsünü. O zamanlar sadece 10-12 katlı Tıp Fakültesi ve aynı binanın en alt katında bulunan Diş Hekimliği Fakültesi'nden oluşuyordu. Diyarbakır'la üniversite arasında yaklaşık 20 km bulunduğu için dolmuşla gitmiştik. O zamanlar kimse üniversite demez "Fakülteye gidiyorum" derdi hastaneye gideceğini söylemek için. Sonra her gittiğimizde yeni bir binanın eklendiğini gördük. Bugün koskoca bir kampüs var artık. Şehirle üniversite arasındaki mesafe yeni köprünün yapımından sonra 5, 6 km'ye kadar düştü. Bazı sorunlar var tabii. Bazı fakültelerin diğerlerinden 2 km uzağa yapılması öğrencilerin ulaşımda sıkıntı çekmelerine yol açıyor mesela. Ama yine de bu şehir için üniversite çok önemli. Öğrencilerin hem şehre renk getirdiğini hem de kazanç sağladığını düşünüyorum. İyi ki bir üniversitemiz var.
Bu arada üniversitelerden bahsetmişken Taraf Gazetesinde Sivilay Abla köşesinde okuduğum bölümleri eklemek istiyorum.

"Her üniversite mezunu aynı donanımda olmadığı gibi, bir üniversitenin her mezunu da aynı değil. Üniversiteleri boy boy musluklar olarak düşün. Musluklardan akan su dersler, konferanslar, etkinlikler, projeler yani üretilen bilgilerdir. Bu muslukların birinden kol gibi akabilir, diğerinden serçe parmağı kadar. Ancak mühim olan musluk değil, senin kapasitendir. Kol gibi suyu olan üniversitede bir litrelik kapla dolaşırsan mezun olduğunda bir litre suyun olur. Eğer serçe parmağı kadar su akan bir üniversitede bir varilin olursa dört yılın sonunda bir varil suyun olur. "

Bence artık günümüzde üniversitede okuyan gençlerin aynı anda en az bir yabancı dil öğrenmeleri, bilgisayar kullanmayı çok iyi bilmeleri (facebook sayfasını güncellemek değil, web sayfası hazırlama, word excel falan), ne bileyim araba kullanmayı falan öğrenmeleri lazım. Yoksa her yıl birçok insan mezun oluyor. Eğitim sistemimiz de malum. İlkokuldan üniversiteye test çöz dur.

Şu anda Dicle Üniversitesi'nde çok iyi işlediğini bildiğim bir program var mesela. Erasmus programı. Bu program sayesinde mezun olmadan birkaç Avrupa ülkesini görebiliyor, 1 veya 2 dönem oralarda okuyabiliyorsunuz. Bunları da iyi kullanmak gerekir. Bütün bunlar mezun olduğunuzda öz geçmişinize yazabileceğiniz şeyler. En iyisi üniversitede okurken bir yandan da öz geçmişinizi doldurmaya çalışmanız. Alanınızla ilgili staj imkanlarını araştırın örneğin. Öğrenciyken staj yapmaya çalışın. Benden söylemesi. Yoksa hangi üniversite olursa olsun, birkaç bölüm hariç elinizde sadece bir diploma ile mezun olursanız iş bulma ihtimaliniz zayıf. 

Diyarbakır Koleji

Diyarbakır'lılar başka yerlere gittiklerinde şöyle göğüslerini gere gere nereli olduklarını söyleyemezler. Karşıdaki ya korkar, ya küçük görür ya da şaşırır," Aa, hiç benzemiyorsun" diye. Acaba insanların kafasındaki Diyarbakır'lı prototipi nedir? Bunu hep merak etmişimdir. Antenleri çıkmış bir uzaylı beklediklerinden şüpheleniyorum aslında. Hangi şehirden tek tip insan çıkmış ki buradan çıksın. Bir İzmir'li ya da Hatay'lı diğerine mutlaka benzer mi?

Ne büyük bir tezat ki Diyarbakır içerisinde en önemli övünme ifadelerinden biri şudur: "Ben Diyarbakır'ın yerlisiyim". Bu ifade en az iki ya da üç nesil öncesinden Diyarbakır'da yerleşmiş bir aileniz olduğunu gösterir. Bir diğer övünme nedeni de kollej (kolej) mezunu olmaktır. Kollej, Diyarbakır Anadolu Lisesi'nin bugün 30 yaşın üzerinde olan mezunlarının okullarına verdiği addır. Okul 1956'da Diyarbakır Koleji adıyla açılmış. 1974'ten beri adı Anadolu Lisesi ama eski mezunları hala ısrarla l harflerini bastırarak kollej der. Şaka bir yana tabii ki bu kadar köklü bir okulda okumak iyi birşey ama bunun biraz da şans işi olduğunu anlamak o kadar da zor olmamalı. Kim bilir ne çok zeki çocuk anne babası sınavdan haberdar olmadığı için sınava bile giremedi o zamanlar. Biraz kıskanıyor muyum? Galiba evet ama geçenlerde bir Diyarbakır'lı yazarın (Berat Beran) kitabında Diyarbakır Koleji'ni nasıl kazandığını okudum. Ben onun yalancısıyım. Meğer ilk zamanlarda her yıl aynı sorular sorulurmuş. ÖSYM yoktu tabii o zamanlar.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Diyarbakır'ın bereketi

Margosyan'ın Gâvur Mahallesi kitabında Diyarbakır ile ilgili bir ifade vardı. Kitabı aradım ama aradığım hiçbir şeyi zamanında bulamam. Şöyle birşeydi.  "Diyarbakır'ın kendine özgü bir bereketi vardı. İstanbul'a taşındıktan sonra bu bereket kayboldu." Çok ilginçtir ki etrafımda yazarı hiç tanımayan bazı yaşlılar da aynı şeyden bahsediyor. Buranın eski insanları Diyarbakır'ın bereketine inanırlardı. Şu anda böyle bir inanış var mı? Çok emin değilim.

Bu şehir çok köklü bir kültürü içinde barındırıyor aslında. Bazen kendi kendime düşünürüm. Bir mucize olsa da Diyarbakır'ın tarihi bölümü tamamen yenilense, orada yaşayan insanlar daha iyi binalara taşınsalar, sokaklar baştan aşağı tarihi özelliklerine uygun olarak düzenlense, evler restore edilse, bu tarihi evler turistik mekanlara dönüşse ne kadar güzel olurdu. Dünyanın birçok şehrinde eski binaların çoğu yıllarca önce nasılsa aynen öyle duruyor. Bundan da büyük bir gelir elde ediliyor. Gerçi son yıllarda bu konuda bazı çalışmalar var. Ben yıllardır burada yaşayan biri olarak Dağkapı'nın arka sokaklarına yeni yeni gitmeye başladım. Bazı evler lokanta yapıldı mesela. Hasan Paşa Hanı zaten Türkiye çapında ünlü bir yer oldu. Vanlılar alınmasın ama asıl kahvaltı bu işte. Kahvaltı ederken burada 100 yıl önce insanların gelip kaldığını, baktığınız avluda bir zamanlar atların durduğunu düşünmek çok heyecan verici.

Hasan Paşa Hanı

Diyarbakır'ın tarihi avlulu evlerinde havuz başında oturmanın da tadı bir başka tabii. Resimde bu evlerden birini görüyorsunuz. Eskiden bu evler tek bir aile tarafından kullanılır, mevsimlere göre avlunun değişik yönlerindeki odalara geçilirdi. Bugünkü gibi insanlar aşırı tüketim yapmadıkları için son derece ekonomik şekilde çözülen eşya sorunu birkaç minder birkaç yastıkla hallediliyordu. Temizlik ise bütün evin serin sularla baştan aşağı yıkanması demekti. Bugün evimizdeki eşyalar hayatımızı kolaylaştırıyor mu yoksa bize iş mi çıkarıyor siz karar verin.



İlginç bir özellik de bazı evlerin dış kapılarında erkekler ve kadınlar için ayrı kapı tokmaklarının olması. Sese göre gelenin erkek mi kadın mı olduğu anlaşılır, kadınlar ona göre davranırdı. Bu avlular tabii ki yazın oturma, yemek hazırlama, misafir ağırlama gibi her çeşit günlük faaliyetin yapıldığı yerlerdi. 45 dereceye kadar çıkan sıcakta başka nerede oturulur ki?